Translate

Sayfalar

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Yaşar Kemal’in röportajları 60 yaşında

Yaşar Kemal’in röportajları 60 yaşında

Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, Yaşar Kemal’in röportaj serüveninden bir seçki sunuyor. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan kitaba, Ara Güler’in 26 Yaşar Kemal fotoğrafı eşlik ediyor.




Ülkemizde modern röportaj yazarlığının öncüsü olan Yaşar Kemal’in Anadolu’yu 12 yıl adım adım dolaşarak yazdığı ve yayımlandığı dönemde büyük olay yaratan, okuyucuyu sarsan röportajları tam 60 yaşında! Yapı Kredi Yayınları, ilk röportajı 17 Mayıs 1951’de yayımlanan usta yazarı Röportaj Yazarlığında 60 Yıl adlı özel baskı bir kitapla selamlıyor. “İnce Memed neyse röportajlarım odur” diyen Yaşar Kemal’in 60 yıllık röportaj serüveninden bir seçki sunan kitap, 1952’de Cumhuriyet’te yayımlanan Hasankale Yerle Bir adlı röportajı
da yıllar sonra okurla buluşturuyor. Kitabın bir diğer özelliği de foto-röportaj ustası Ara Güler’in çoğu ilk kez günışığına çıkan Yaşar Kemal fotoğraflarına yer vermesi. Kullanılan 26 siyah-beyaz fotoğraf, iki eski dost olan Ara Güler ve Yaşar Kemal’in yaptıkları ortak çalışma sonucu seçildi.
Röportaj yazarlığına gönül verenler kadar, türün meraklıları için de bir “ders kitabı” niteliğindeki Röportaj Yazarlığında 60 Yıl romanlarında Anadolu insanının gerçek dünyasını destansı boyutlara taşıyan, yaşanmış gerçeğin, mitlerin, efsanelerin evreninden çoğaltan Yaşar Kemal’in klasikler arasında yerini almış toplam on iki röportajına yer veriyor: Diyarbakır, Kaçakçılar Arasında 25 Gün, Hasankale Yerle Bir, Görülmemiş Lüfer Akını, Sait Faikle Görüşme, Mağara İnsanları, Sahaflar Çarşısı, Füreyanın Çini Cenneti, Yanan Ormanlarda Elli Gün, Peri Bacaları, Neden Geliyorlar? ve Bir Bulut Kaynıyor. Kitapta ayrıca Ağustos 1975’te Milliyet Sanat dergisinin röportaj soruşturmasına verdiği yanıtlar da Röportaj Üstüne başlığıyla yer alıyor.



Kitap, Yaşar Kemal’in röportaj türü üzerine görüşlerini dile getirdiği Röportaj Üstüne adlı yazıyla başlıyor. Yazar, “Röportaj bir edebiyat dalı mıdır?” sorusuna bu yazıda açıklık getiriyor: “Röportaj bir edebiyat sayılabilir mi? Bu soruyla çok karşılaştım. Röportajı bir edebiyat dalı saymak ne, röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var, haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”

Bu kitap sayesinde yıllar sonra gün ışığına çıkan Hasankale Yerle Bir başlıklı röportaj, 1952 yılındaki Erzurum depremi sonrasında yaşananları olanca canlılığıyla hatırlatıyor. Âşık Veysel’i Sivas’taki köyünde ziyarete giden Yaşar Kemal, Erzurum’a bağlı Pasinler’de büyük bir yıkıma yol açan depremi İstanbul’a dönmeye hazırlanırken öğrenir ve hemen Hasankale’ye hareket eder. O günlerde Sivas’ta bulunması, Yaşar Kemal’in deprem bölgesine ulaşan ilk gazeteci olmasını sağlar ve deprem haberleri onun aracılığıyla Türkiye’ye duyurulur. Evlerin büyük bölümünün yıkıldığı, insanların eksi 30 derecede çadırlarda yaşam mücadelesi verdiği Hasankale’nin içler acısı durumu Yaşar Kemal tarafından tüm çıplaklığıyla okurlara aktarılır. Bölgede yaklaşık bir ay kalan ve röportajlarını telefon aracılığıyla yazdıran Yaşar Kemal, depremzedelerin acılarına ortak olur, onlarla birlikte çadırda kalır.
Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, günümüzde “söyleşi” ile karıştırılan, unutulmaya yüz tutmuş bir geleneği bize yeniden hatırlatıyor.
İlk Kez Kitaplaşan Hasankale Yerle Bir Röportajı'ndan Bir Bölüm
Üç gündür zelzele bölgesinde idim. Zelzele bölgesi Pasin ovası...
Pasin ovası dümdüz, kar altında... Kar 80 santimetre... Issız bucaksız ovada en ufak bir kara leke yok... Ağaçlar bile bembeyaz, donup kalmışlar. Yollar boyunca, tek tük, yolcular, birer kara nokta gibi... Burada dünya öylesine beyaz ki... Ovayı bir duman kaplamış, bu sebebden gökyüzü de bembeyaz.
Bir soğuk, bir soğuk, hani havada kuşlar donup kalıyor derler ya, işte, öylesine öldürücü soğuk... Geldim geleli titriyorum. Öyle geliyor ki insana, güneş bile donmuş. Zelzele köylerinden birinde not alırken, ellerim donuverdi ve kalem yere düştü.
Bu soğuk altında, çadır içinde insanlar... Tanrının kahrı diye, işte tam buna derler.
Çadırları, yıkılmış evlerin aralarına yapmışlar. Dışarıdan bakınca, mahruti beyaz çadırlar bir acayib görünüyor. Çadıra benzer yerleri kalmamış. Çadırların üstüne ot, keçe, çul ne bulmuşlarsa yığmışlar... Yığmışlar ama gene de üşüyorlar...
Kurnuç, Serçe boğazı, Sins, Kalyolaz köyleri dümdüz, yerle bir... Yıkılmış evleri bir bir dolaşıyorum. Kocaman, bir insan kalınlığında, topraktan fırlamış kalaslar... Damların üstündeki toprak, tam bir metre kalınlığında. Ve bu topraklar donmuş. Öylesine donmuş ki... İki adam çalıştı çalıştı da kazma ile bu toprağı parçalıyamadı.
Evlerin tümünün harcı topraktan duvarlar un gibi dağılıvermiş... Sokak aralarında şişmiş, çoğu yüzülmüş, bazısı da yüzülmemiş hayvan leşleri... Köylere girer girmez gözlere ilk çarpan şey kar üstüne yayılmış kırmızı kan oluyor. Ak kar ve kırmızı kan...
Kurnuç köyünde bir tek küçük köpek gördüm. Rahatça kar üstüne yatmış ve önündeki manda leşine dişlerini geçirmiş, öylecene duruyor, yemiyor, kımıldamıyor bile...
İnsanların gözleri toprakta. O kadar insanla konuştum da hiçbiri dönüp başka yana, bana bakmadı. Hepsinin başları toprakta ve sapsarı kesilmişler. Dinliyorlar, bekliyorlar yeni sarsıntıları...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sanat,Resim,Heykel,Tiyatro,Sinema,Fotoğrafçılık,Dans