ORTAÇAĞ ESTETİĞİNDE SANAT VE GÜZELLİK
[Umberto Eco]
Özet. Özgünlük iddiası olmayan bu araştırma, aralarında Aquino’lu Thomas’ta Estetik Sorun (1956) araştırmamın da yer aldığı önceki araştırmaların bir özeti de dizgeleştirilmesi niteliğindedir. Özellikle belirtmeliyim ki, 1946’da iki temel yapıt yayımlanmamış olsaydı bu özeti gerçekleştirmek olanaksız olurdu: Edgar de Bruyne’nin Études d’esthétique médiévale (Ortaçağ Estetiği İncelemeleri) adlı çalışması ile D.H. Pouillon’un güzellik metafiziği metinleri derlemesi. Bu iki önemli yapıttan önce yazılmış herşeyin eksik olduğunu; daha sonra yazılanların ise bu iki yapıta dayandığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz kanısındayım.
[color=black]Doğal olarak, son kırk yılda, Pouillon ile De Bruyne’nin elyazmalarından veya kusurlu basımlarından okudukları birçok metnin eleştirel basımları yapılmış ve başka metinler ortaya çıkarılmıştır. Öte yandan, en azından Études’ün, üstelik uzun bir süredir piyasada bulunmaması üzücüdür. Belki, kitabın 1958 yılında Editiorial Gredos Yayınevi’nin (Madrid) yayımladığı İspanyolca çevirisini hâlâ piyasada bulabilmek mümkündür. De Bruyne daha sonra 1947’de üç ciltlik yapıtın L’esthétique moyen âge (Ortaçağ Estetiği) başlığıyla bir özetini yayımlamıştı; ama bu yapıtın kusuru, göndermelerin en azından çoğu yerde kaynaklara değil, üç ciltlik yapıta yapılmasıdır
Bir özet olması nedeniyle bu kitabın bir amacı da, Ortaçağ felsefesi ya da estetik tarihi uzmanı olmayan okura seslenebilmektir. Bu amaçla, çok sayıdaki Latince alıntıların kısa olanları metin içinde açımlanmış, uzun olanları ise alıntının ardından çevirisiyle birlikte verilmiştir.
(Bu metnin ilk biçimi çeşitli yazarların yazdığı dört ciltlik Momenti e problemi di storia dell’estetica (Estetik Tarihinin Evreleri ve Sorunları; Milano, Marzorati, 1959) adlı yapıtın ilk cildinde “Sviluppo dell’estetica medievale” (Ortaçağ Estetiğinin Gelişimi) başlığıyla yayımlanmıştır. Metnin bu ilk biçiminde Latince alıntılar çevrilmemişti. Ama, aradaki tek fark bu değildir. Marzorati metni otuz yıl önce düşünülüp yazılmıştı. Yapıtın artık özellikle kaynakça açısından eskidiğini düşünüyordum, ama İngilizce bir basım için (Art and Beauty in the Middle Ages; Ortaçağda Sanat ve Güzellik, New Haven ve Londra, Yale Univesity Press, 1986) metni gözden geçirmek zorunda kaldım. Kitabın uzman olmayan okurlar tarafından da beğenilmesi onu bu biçimiyle yeniden sunma kararını almama neden oldu. Üslupla ilgili bir çok şey değiştirildi; bir çok yerde anlatım daha kolay anlaşılır hale getirildi. Tam anlamıyla uzmanlık çalışması niteliği taşımayan bir katkının sınırları içinde, kolaylıkla bulunabilecek yapıtlara öncelik tanıyarak kaynakçanın güncelleştirilmesine çalışıldı. Birçok kaynak yeniden gözden geçirildi, özellikle simgecilik ve alegori bölümüyle sanat öğretileri bölümüne birkaç paragraf eklendi. 11. Bölüm hemen hemen olduğu gibi bırakıldı. Kuramsal sorumluluklar gene bana ait olmakla birlikte, teknik güncelleştirme işi (önemli eleştiriler ve itirazlarla birlikte) Constantino Marmo’nun işbirliği sayesinde gerçekleştirildi; bu ortak çalışma olmasa, özgün metni yeniden ele almaya cesaret edemezdim. Doğal olarak, bu konuda 1959’dan sonra bildiğim kadarıyla yazmış olan herkese (adları kaynakçada verilmiştir) çok şey borçluyum.
Tarih. Kuramsal bir özet değil, tarihsel bir özet. Sonda da açıklanacağı üzere, bu kitabın amacı, estetiğin, estetik sorunlarının ve bu sorunlara ilişkin çözümlerin çağdaş tanımlamasına felsefî bir katkıda bulunmak değil, bir dönemin imgesini sunmaktır. Bu açıklama kanımca yeterlidir; klasik estetik tarihi veya barok estetik tarihi söz konusu olsaydı da bu açıklama yeterli olurdu. Bununla birlikte, Ortaçağ felsefesi geçen yüzyıldan beri onu philosophiaperennis (süregiden felsefe) olarak sunma eğilimi gösteren bir yeniden gündeme getirme konusu oluşturduğundan, onunla ilişkili her söylem sonuçta her zaman kendi felsefi önvarsayımlarını açıklamak zorundadır. Bu konuya açıklık getireyim: Ortaçağ estetiği üzerine bu çalışma tarihsel bir dönemin anlaşılması amacını gütmektedir, tıpkı Yunan estetiği veya barok estetik üzerine bir çalışmanın böyle bir amacı güdebileceği gibi. Doğal olarak, insan ilginç bulduğu ve daha iyi anlama çabasına değeceğini düşündüğü için bir dönemi incelemeye karar verir.
Estetik kuramlar tarihi. Tarihsel bir özet söz konusu olduğu için, günümüzde de kabul edilebilir bir çerçeve içinde estetik kuramın ne olduğunu yeniden tanımlama amacı güdülmemektedir. Terimin, bir kuramın sunulduğu veya estetik olarak görüldüğü tüm durumları göz önünde bulunduran daha geniş bir tanımdan yola çıkılmıştır. Öyleyse, sistematik, bir amaçla ve felsefi kavramları devreye sokarak güzellik, sanat, sanat yapıtlarının üretim ve değerlendirilme koşulları, sanat ile başka etkinlikler, sanat ile ahlak, sanatçının işlevi, beğeni, süs, üslup, kavramları, beğeni yargıları, bu yargıların eleştirisi, sözel ve sözel olmayan metinlerin yorumlanmasına ilişkin kuramlar ve uygulamalar veya yorumbilgisi sorunu (çünkü yorumbilgisi, özellikle Ortaçağ’da, yalnızca estetik denen olgularla ilgilenmemekle birlikte yukarıdaki sorunlarla çakışıyordu) ile ilgili bazı olguları ele alan her söylemi estetik kuram kapsamında görüyoruz.
Sonuçta, çağdaş bir estetik tanımdan yola çıkmak ve geçmiş bir dönemde bu tanımın geçerli olup olmadığını kanıtlamaya çalışmak yerine (bu, son derece kötü estetik tarihlerinin yazılmasına yol açmıştır), olabildiğince senkretik ve hoşgörülü bir kuramdan yola çıkıp sonra ne bulduğumuza bakmak daha iyidir. Bu amaçla, bazı araştırmacıların da yapmış olduğu gibi, sözcüğün gerçek anlamıyla kuramsal söylemlerle, sistematik amaçlarla yazılmamış olsalar da (sözgelimi, retorik kural koyucuların gözlemleri, mistiklerin, sanat kolleksiyoncularının, eğitimcilerin, ansiklopedistlerin veya Kitabı Mukaddes yorumcularının yazıları), dönemin felsefi fikirlerini yansıtan veya etkilenen tüm metinler olabildiğince bütünlük içinde verilmeye çalışılmıştır. Benzeri biçimde, olabildiği ölçüde ve her şeyi kapsama amacı güdülmeksizin, günlük yaşamın çeşitli yönlerinden ve sanatsal biçimlere tekniklerin evriminden, bunların ardında yatan estetik fikirler çıkarılmaya çalışılmıştır.
[Umberto Eco]
GİRİŞ
Bu kitap, VI. Yüzyıl ile XV. Yüzyıl arasında Ortaçağ Latin uygarlığının geliştirdiği estetik kuramlar tarihinin bir özetidir. Ama, sunduğumuz bu tanım, tanımda geçen terimlerin de tanımlanmasını gerektirmektedir.Özet. Özgünlük iddiası olmayan bu araştırma, aralarında Aquino’lu Thomas’ta Estetik Sorun (1956) araştırmamın da yer aldığı önceki araştırmaların bir özeti de dizgeleştirilmesi niteliğindedir. Özellikle belirtmeliyim ki, 1946’da iki temel yapıt yayımlanmamış olsaydı bu özeti gerçekleştirmek olanaksız olurdu: Edgar de Bruyne’nin Études d’esthétique médiévale (Ortaçağ Estetiği İncelemeleri) adlı çalışması ile D.H. Pouillon’un güzellik metafiziği metinleri derlemesi. Bu iki önemli yapıttan önce yazılmış herşeyin eksik olduğunu; daha sonra yazılanların ise bu iki yapıta dayandığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz kanısındayım.
[color=black]Doğal olarak, son kırk yılda, Pouillon ile De Bruyne’nin elyazmalarından veya kusurlu basımlarından okudukları birçok metnin eleştirel basımları yapılmış ve başka metinler ortaya çıkarılmıştır. Öte yandan, en azından Études’ün, üstelik uzun bir süredir piyasada bulunmaması üzücüdür. Belki, kitabın 1958 yılında Editiorial Gredos Yayınevi’nin (Madrid) yayımladığı İspanyolca çevirisini hâlâ piyasada bulabilmek mümkündür. De Bruyne daha sonra 1947’de üç ciltlik yapıtın L’esthétique moyen âge (Ortaçağ Estetiği) başlığıyla bir özetini yayımlamıştı; ama bu yapıtın kusuru, göndermelerin en azından çoğu yerde kaynaklara değil, üç ciltlik yapıta yapılmasıdır
Bir özet olması nedeniyle bu kitabın bir amacı da, Ortaçağ felsefesi ya da estetik tarihi uzmanı olmayan okura seslenebilmektir. Bu amaçla, çok sayıdaki Latince alıntıların kısa olanları metin içinde açımlanmış, uzun olanları ise alıntının ardından çevirisiyle birlikte verilmiştir.
(Bu metnin ilk biçimi çeşitli yazarların yazdığı dört ciltlik Momenti e problemi di storia dell’estetica (Estetik Tarihinin Evreleri ve Sorunları; Milano, Marzorati, 1959) adlı yapıtın ilk cildinde “Sviluppo dell’estetica medievale” (Ortaçağ Estetiğinin Gelişimi) başlığıyla yayımlanmıştır. Metnin bu ilk biçiminde Latince alıntılar çevrilmemişti. Ama, aradaki tek fark bu değildir. Marzorati metni otuz yıl önce düşünülüp yazılmıştı. Yapıtın artık özellikle kaynakça açısından eskidiğini düşünüyordum, ama İngilizce bir basım için (Art and Beauty in the Middle Ages; Ortaçağda Sanat ve Güzellik, New Haven ve Londra, Yale Univesity Press, 1986) metni gözden geçirmek zorunda kaldım. Kitabın uzman olmayan okurlar tarafından da beğenilmesi onu bu biçimiyle yeniden sunma kararını almama neden oldu. Üslupla ilgili bir çok şey değiştirildi; bir çok yerde anlatım daha kolay anlaşılır hale getirildi. Tam anlamıyla uzmanlık çalışması niteliği taşımayan bir katkının sınırları içinde, kolaylıkla bulunabilecek yapıtlara öncelik tanıyarak kaynakçanın güncelleştirilmesine çalışıldı. Birçok kaynak yeniden gözden geçirildi, özellikle simgecilik ve alegori bölümüyle sanat öğretileri bölümüne birkaç paragraf eklendi. 11. Bölüm hemen hemen olduğu gibi bırakıldı. Kuramsal sorumluluklar gene bana ait olmakla birlikte, teknik güncelleştirme işi (önemli eleştiriler ve itirazlarla birlikte) Constantino Marmo’nun işbirliği sayesinde gerçekleştirildi; bu ortak çalışma olmasa, özgün metni yeniden ele almaya cesaret edemezdim. Doğal olarak, bu konuda 1959’dan sonra bildiğim kadarıyla yazmış olan herkese (adları kaynakçada verilmiştir) çok şey borçluyum.
Tarih. Kuramsal bir özet değil, tarihsel bir özet. Sonda da açıklanacağı üzere, bu kitabın amacı, estetiğin, estetik sorunlarının ve bu sorunlara ilişkin çözümlerin çağdaş tanımlamasına felsefî bir katkıda bulunmak değil, bir dönemin imgesini sunmaktır. Bu açıklama kanımca yeterlidir; klasik estetik tarihi veya barok estetik tarihi söz konusu olsaydı da bu açıklama yeterli olurdu. Bununla birlikte, Ortaçağ felsefesi geçen yüzyıldan beri onu philosophiaperennis (süregiden felsefe) olarak sunma eğilimi gösteren bir yeniden gündeme getirme konusu oluşturduğundan, onunla ilişkili her söylem sonuçta her zaman kendi felsefi önvarsayımlarını açıklamak zorundadır. Bu konuya açıklık getireyim: Ortaçağ estetiği üzerine bu çalışma tarihsel bir dönemin anlaşılması amacını gütmektedir, tıpkı Yunan estetiği veya barok estetik üzerine bir çalışmanın böyle bir amacı güdebileceği gibi. Doğal olarak, insan ilginç bulduğu ve daha iyi anlama çabasına değeceğini düşündüğü için bir dönemi incelemeye karar verir.
Estetik kuramlar tarihi. Tarihsel bir özet söz konusu olduğu için, günümüzde de kabul edilebilir bir çerçeve içinde estetik kuramın ne olduğunu yeniden tanımlama amacı güdülmemektedir. Terimin, bir kuramın sunulduğu veya estetik olarak görüldüğü tüm durumları göz önünde bulunduran daha geniş bir tanımdan yola çıkılmıştır. Öyleyse, sistematik, bir amaçla ve felsefi kavramları devreye sokarak güzellik, sanat, sanat yapıtlarının üretim ve değerlendirilme koşulları, sanat ile başka etkinlikler, sanat ile ahlak, sanatçının işlevi, beğeni, süs, üslup, kavramları, beğeni yargıları, bu yargıların eleştirisi, sözel ve sözel olmayan metinlerin yorumlanmasına ilişkin kuramlar ve uygulamalar veya yorumbilgisi sorunu (çünkü yorumbilgisi, özellikle Ortaçağ’da, yalnızca estetik denen olgularla ilgilenmemekle birlikte yukarıdaki sorunlarla çakışıyordu) ile ilgili bazı olguları ele alan her söylemi estetik kuram kapsamında görüyoruz.
Sonuçta, çağdaş bir estetik tanımdan yola çıkmak ve geçmiş bir dönemde bu tanımın geçerli olup olmadığını kanıtlamaya çalışmak yerine (bu, son derece kötü estetik tarihlerinin yazılmasına yol açmıştır), olabildiğince senkretik ve hoşgörülü bir kuramdan yola çıkıp sonra ne bulduğumuza bakmak daha iyidir. Bu amaçla, bazı araştırmacıların da yapmış olduğu gibi, sözcüğün gerçek anlamıyla kuramsal söylemlerle, sistematik amaçlarla yazılmamış olsalar da (sözgelimi, retorik kural koyucuların gözlemleri, mistiklerin, sanat kolleksiyoncularının, eğitimcilerin, ansiklopedistlerin veya Kitabı Mukaddes yorumcularının yazıları), dönemin felsefi fikirlerini yansıtan veya etkilenen tüm metinler olabildiğince bütünlük içinde verilmeye çalışılmıştır. Benzeri biçimde, olabildiği ölçüde ve her şeyi kapsama amacı güdülmeksizin, günlük yaşamın çeşitli yönlerinden ve sanatsal biçimlere tekniklerin evriminden, bunların ardında yatan estetik fikirler çıkarılmaya çalışılmıştır.
Latin Ortaçağı. Ortaçağ’da kuramsal, felsefi, teolojik tartışmalar Latince yapılmıştır ve Ortaçağ Skolastik felsefesinin dili de Latincedir. Latince dışındaki dillerde bir kuramsal tartışma yürütülmeye başlandığında, tarihten bağımsız olarak, en azından önemli ölçüde, Ortaçağ’ın dışındayız demektir. Bu özette Latin Ortaçağı’nın dile getirdiği estetik kavrayışlar ele alınmakta ve trubadur şiirinin, dolce stil novo (tatlı yeni üslup) şairlerinin, Dante’nin ve doğal olarak Dante’den sonra gelenlerin fikirleri ürezine ancak marjinal değinmelerde bulunulmaktadır (ancak, özellikle son bölümdeki değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda, Dante yukarıda söylediklerimize önemli bir istisna oluşturmaktadır). Belirtmek istediğim bir başka nokta da şu: Biz İtalya’da genellikle Dante, Petrarca ve Boccaccio’yu Ortaçağ’a yerleştirir, Rönesans için Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesini bekleriz; oysa birçok ülkede bu yazarlardan Rönesans’ın başlangıcı bağlamında söz edilir. Öte yandan, bu tutumu dengelemek üzere, Petrarca’dan Rönesans yazarı olarak söz edenler, Burgonya, Flaman ve Alman on beşinci yüzyılından, yani Pico della Mirandola, Leon Battista Alberti ve Aldo Manuzio’nun çağdaşlarından Ortaçağ’ın günbatımı olarak söz ederler.
Öte yandan, “Ortaçağ” kavramının kendisi tanımlanması son derece güç bir kavramdır ve terimin açık etimolojisi bize bu kavramın nasıl kimsenin bir yere yerleştiremediği on yüzyıla yer bulmak üzere icat edildiğini göstermektedir; çünkü bu on yüzyıl, çok gurur duyulan bir dönem ile büyük bir özlem duyulan bir başka dönem arasında, iki “olağanüstü” çağ arasında yer alıyordu.
Bu kimliksiz (“ortada” olma dışında bir kimliği olmayan) çağa yöneltilen birçok suçlama arasında, estetik bir duyarlılığının olmadığı suçlaması da vardı. Bu noktayı şimdi ele alamayacağız, çünkü girişi izleyen bölümlerin amacı bu yanlış izlenimi düzeltmektir -sonuç bölümünde de, nasıl XV. Yüzyıla doğru estetik duyarlığın, Ortaçağ estetiği üzerine çekilen perdeyi haklı çıkaracak şekilde değilse de açıklayacak şekilde kökten değişmiş olduğu gösterilecektir. Ama, Ortaçağ kavramı başka nedenlerle de çözülmesi güç bir kavramdır.
Birbirinden bunca farklı yüzyıllar aynı etiket altında nasıl bir araya getirilebilir? Bir yandan, Avrupa’nın tüm tarihinin en korkunç siyasal, dinsel, nüfussal, tarımsal, kentsel, dilsel (liste daha da uzatılabilir) bunalımından geçtiği, Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile Karolenj yeniden yapılanma arasındaki yüzyıllar söz konusudur. Öte yandan, bin yılından sonraki yeniden doğuş yüzyılları söz konusudur; modern dillerin ve ulusların, yerel demokrasinin, bankanın, senedin ve muzaaf muhasebe sisteminin doğduğu; yük taşıma, kara ve deniz ulaşımı yöntemlerinin, tarım tekniklerinin, zanaat tekniklerinin büyük bir gelişme gösterdiği; pusula, sivri kemer ve dönemin sonuna doğru barut ve matbaanın icat edildiği bu yüzyıllardan ilk sanayi devrimi yüzyılları olarak söz edilmiştir. Arapların Aristoteles çevirdikleri ve tıp ile astronomi çalışmaları yaptıkları, İspanya’nın doğusunda ise, “barbar” yüzyıllar aşılmış olmakla birlikte, gene de Avrupa’nın kendi kültüründen gurur duymayacağı yüzyılları nasıl bir araya getirebiliriz?
Ama, deyim yerindeyse, on yüzyılın böyle ayırt edilmeksizin bir araya “sıkıştırılması”nın suçu biraz da Ortaçağ’dadır; Ortaçağ Latince’yi ortak dil olarak, Kitabı Mukaddes metnini temel kitap olarak ve kilise babaları geleneğini klasik kültürün yegâne tanığı olarak seçmekle veya seçmek zorunda kalmakla, sanki yeni hiçbir şey söylemiyormuş havası içinde, yorumları yorumlayarak ve yetkeli formülleri alıntılayarak etkinliğini sürdürür. Ortaçağ’ın yeni bir şey söylemediği doğru değildir; Ortaçağ kültürü yenilik duygusuna sahiptir, ama yineleme görüntüsü altında bu yeniliği saklamaya çalışır (yinelediği zaman bile yenilik getirdiği iddiasındaki modern kültürün aksine).
Öte yandan, “Ortaçağ” kavramının kendisi tanımlanması son derece güç bir kavramdır ve terimin açık etimolojisi bize bu kavramın nasıl kimsenin bir yere yerleştiremediği on yüzyıla yer bulmak üzere icat edildiğini göstermektedir; çünkü bu on yüzyıl, çok gurur duyulan bir dönem ile büyük bir özlem duyulan bir başka dönem arasında, iki “olağanüstü” çağ arasında yer alıyordu.
Bu kimliksiz (“ortada” olma dışında bir kimliği olmayan) çağa yöneltilen birçok suçlama arasında, estetik bir duyarlılığının olmadığı suçlaması da vardı. Bu noktayı şimdi ele alamayacağız, çünkü girişi izleyen bölümlerin amacı bu yanlış izlenimi düzeltmektir -sonuç bölümünde de, nasıl XV. Yüzyıla doğru estetik duyarlığın, Ortaçağ estetiği üzerine çekilen perdeyi haklı çıkaracak şekilde değilse de açıklayacak şekilde kökten değişmiş olduğu gösterilecektir. Ama, Ortaçağ kavramı başka nedenlerle de çözülmesi güç bir kavramdır.
Birbirinden bunca farklı yüzyıllar aynı etiket altında nasıl bir araya getirilebilir? Bir yandan, Avrupa’nın tüm tarihinin en korkunç siyasal, dinsel, nüfussal, tarımsal, kentsel, dilsel (liste daha da uzatılabilir) bunalımından geçtiği, Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile Karolenj yeniden yapılanma arasındaki yüzyıllar söz konusudur. Öte yandan, bin yılından sonraki yeniden doğuş yüzyılları söz konusudur; modern dillerin ve ulusların, yerel demokrasinin, bankanın, senedin ve muzaaf muhasebe sisteminin doğduğu; yük taşıma, kara ve deniz ulaşımı yöntemlerinin, tarım tekniklerinin, zanaat tekniklerinin büyük bir gelişme gösterdiği; pusula, sivri kemer ve dönemin sonuna doğru barut ve matbaanın icat edildiği bu yüzyıllardan ilk sanayi devrimi yüzyılları olarak söz edilmiştir. Arapların Aristoteles çevirdikleri ve tıp ile astronomi çalışmaları yaptıkları, İspanya’nın doğusunda ise, “barbar” yüzyıllar aşılmış olmakla birlikte, gene de Avrupa’nın kendi kültüründen gurur duymayacağı yüzyılları nasıl bir araya getirebiliriz?
Ama, deyim yerindeyse, on yüzyılın böyle ayırt edilmeksizin bir araya “sıkıştırılması”nın suçu biraz da Ortaçağ’dadır; Ortaçağ Latince’yi ortak dil olarak, Kitabı Mukaddes metnini temel kitap olarak ve kilise babaları geleneğini klasik kültürün yegâne tanığı olarak seçmekle veya seçmek zorunda kalmakla, sanki yeni hiçbir şey söylemiyormuş havası içinde, yorumları yorumlayarak ve yetkeli formülleri alıntılayarak etkinliğini sürdürür. Ortaçağ’ın yeni bir şey söylemediği doğru değildir; Ortaçağ kültürü yenilik duygusuna sahiptir, ama yineleme görüntüsü altında bu yeniliği saklamaya çalışır (yinelediği zaman bile yenilik getirdiği iddiasındaki modern kültürün aksine).
Yeni bir şeyin ne zaman söylenmiş olduğunu -Ortaçağlı bizi yalnızca daha önce söylenmiş olanları yeniden söylediği konusunda ikna etmek için büyük bir çaba gösterirken- anlamak gibi zahmetli deneyime estetik fikirlerle uğraşmak isteyenler de maruz kalırlar. Bu zahmetli deneyimi en azından okur için daha zahmetsiz hale getirmek için, bu özette tek tek yazarlar değil, sorunlar alınmaktadır. Tek tek yazarları irdelemek, öncelleriyle aynı terimleri ve aynı formülleri kullandığı için her düşünürün aynı şeyi sürdürdüğüne inanma riskini getirmektedir (bunun böyle olmadığını anlamak için, farklı sistemleri tek tek yeniden kurmak gerekir). Oysa, sorunları ele alarak, neredeyse on yüzyıla yaklaşık iki yüz sayfanın ayrıldığı hızlı bir gezintinin sınırları içinde, belirli formüllerin yolculuğunu izlemek ve bunların çoğu zaman fark edilmeksizin, kimi zaman da oldukça bariz olarak anlam değiştirdiğini keşfetmek -öyle ki, sonunda, çok yaygın olarak kullanılan bir .ifadenin, sözgelimi forma (biçim) teriminin başlangıçta yüzeyde görülen şeyi göstermek üzere kullanılırken, sonradan derinlerde gizlenen şeyi göstermek üzere kullanıldığı fark edilir- daha kolaydır.
Bu yüzden, bazı sorunların ve bazı çözümlerin değişmediğini gördüğümüzde bile; Ortaçağ estetik düşüncesinin “daha iyiye doğru gittiğine inanmak şeklindeki tarih yazımı alışkanlığına (sonuç sayfalarında eleştireceğimiz bir alışkanlıktır bu) düşme riskini göze alarak, dönüşüm anlarını vurgulamayı yeğledik. Klasik dönemden dolaylı olarak alınan fikirleri oldukça eleştirellikten uzak bir tutumla aktarma aşamasından XIII. Yüzyılın sistematik kesinlik başyapıtları summa’lara bu fikirlerin dizginleştirilmesi aşamasına geçtiği de göz önünde tutulduğunda, Ortaçağ estetiği elbette bir olgunlaşma geçmiştir. Ama, Sevilla’lı İsidorus’un hayal ürünü etimolojileri gülümsememize yol açar, buna karşılık Ockham’lı William bizi günümüz mantıkçılarını bile zorlayan biçimsel inceliklerle yüklü bir düşünceyi yorumlamaya zorlayan biçimsel inceliklerle yüklü bir düşünceyi yorumlamaya zorlarken; bu, Duns Scotus’tan yaklaşık sekiz yüzyıl önce yaşamış da olsa Boethius’un ondan daha az keskin olduğu görüşlü olduğu anlamına gelmez.
İzlemeye giriştiğimiz tarih karmaşıktır, sürekliliklerden ve kopmalardan oluşmuştur. Büyük bölümüyle bir süreklilikler tarihidir, çünkü Ortaçağ hiç kuşkusuz birbirlerine gönderme yapmaksızın zincirleme olarak birbirlerini kopya eden yazarların çağı olmuştur; bunun bir nedeni de, elyazmaları kültürüne dayalı ve elyazmalarına güçlükle erişilebilen bir çağda, kopya etmenin fikirleri dolaşıma sokmanın tek yolu olmasıdır. Kimse bunun bir suç olduğunu düşünmüyordu; bir kopyadan ötekine çoğu zaman artık kimse belirli bir formülün yaratıcısının gerçekten kim olduğunu bilmiyordu ve sonuçta, eğer bir fikir doğru ise herkese ait olduğu düşünülüyordu.
Ama bu tarih ani değişimler de içerir. Descartesçı cogito gibi büyük değişimler değildir bunlar. Maritain’e göre düşünürün “mutlak sahnesine ilk adım atışı” Descartes’la gerçekleşmiştir; Descartes’tan sonra her düşünür daha önce hiç çıkılmamış bir sahneye çıkmaya çalışacaktır. Ortaçağlılar bu kadar teatral değildi; onlar özgünlüğün bir kibir günahı olduğunu düşünüyorlardı (öte yandan, o dönemde, resmi geleneği sorgulamak, yalnızca akademik olmayan birtakım risklere sokuyordu insanı). Ama Ortaçağlılar da (bunu hâlâ bilmeyenlere söylüyoruz) dehanın doruklarına çıkabilen, dâhice düşünebilen insanlardı.
Bu yüzden, bazı sorunların ve bazı çözümlerin değişmediğini gördüğümüzde bile; Ortaçağ estetik düşüncesinin “daha iyiye doğru gittiğine inanmak şeklindeki tarih yazımı alışkanlığına (sonuç sayfalarında eleştireceğimiz bir alışkanlıktır bu) düşme riskini göze alarak, dönüşüm anlarını vurgulamayı yeğledik. Klasik dönemden dolaylı olarak alınan fikirleri oldukça eleştirellikten uzak bir tutumla aktarma aşamasından XIII. Yüzyılın sistematik kesinlik başyapıtları summa’lara bu fikirlerin dizginleştirilmesi aşamasına geçtiği de göz önünde tutulduğunda, Ortaçağ estetiği elbette bir olgunlaşma geçmiştir. Ama, Sevilla’lı İsidorus’un hayal ürünü etimolojileri gülümsememize yol açar, buna karşılık Ockham’lı William bizi günümüz mantıkçılarını bile zorlayan biçimsel inceliklerle yüklü bir düşünceyi yorumlamaya zorlayan biçimsel inceliklerle yüklü bir düşünceyi yorumlamaya zorlarken; bu, Duns Scotus’tan yaklaşık sekiz yüzyıl önce yaşamış da olsa Boethius’un ondan daha az keskin olduğu görüşlü olduğu anlamına gelmez.
İzlemeye giriştiğimiz tarih karmaşıktır, sürekliliklerden ve kopmalardan oluşmuştur. Büyük bölümüyle bir süreklilikler tarihidir, çünkü Ortaçağ hiç kuşkusuz birbirlerine gönderme yapmaksızın zincirleme olarak birbirlerini kopya eden yazarların çağı olmuştur; bunun bir nedeni de, elyazmaları kültürüne dayalı ve elyazmalarına güçlükle erişilebilen bir çağda, kopya etmenin fikirleri dolaşıma sokmanın tek yolu olmasıdır. Kimse bunun bir suç olduğunu düşünmüyordu; bir kopyadan ötekine çoğu zaman artık kimse belirli bir formülün yaratıcısının gerçekten kim olduğunu bilmiyordu ve sonuçta, eğer bir fikir doğru ise herkese ait olduğu düşünülüyordu.
Ama bu tarih ani değişimler de içerir. Descartesçı cogito gibi büyük değişimler değildir bunlar. Maritain’e göre düşünürün “mutlak sahnesine ilk adım atışı” Descartes’la gerçekleşmiştir; Descartes’tan sonra her düşünür daha önce hiç çıkılmamış bir sahneye çıkmaya çalışacaktır. Ortaçağlılar bu kadar teatral değildi; onlar özgünlüğün bir kibir günahı olduğunu düşünüyorlardı (öte yandan, o dönemde, resmi geleneği sorgulamak, yalnızca akademik olmayan birtakım risklere sokuyordu insanı). Ama Ortaçağlılar da (bunu hâlâ bilmeyenlere söylüyoruz) dehanın doruklarına çıkabilen, dâhice düşünebilen insanlardı.
# Resim, Heykel # Hareket Sanatları # Tiyatro & Dramatik Sanatlar # Fotoğrafçılık - Fotoğrafçılık Eğitim Dersleri # Grafik ve Tasarım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sanat,Resim,Heykel,Tiyatro,Sinema,Fotoğrafçılık,Dans