Resim sanatı olarak kübizm, gerçekliği yeniden yorumlar. Rashomon filmi ise gerçeğin göreceliği üzerinden insanlığımızı sorgulayan bir başyapıttır.
Kübizm, 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Ele aldığı konunun görünen tarafı haricinde görünmeyen taraflarını da göstermeye çalışır.
Önce manzara ya da olayın geçtiği yer parçalara ayrılır. Ardından bu parçalar sanatçının kişisel zevkine göre yeniden birleştirilir. Ortaya çıkan obje, tabiattaki gerçek şeklinden çok geometrik bir karaktere döner. Gerçeği olduğu gibi yansıtmak yerine gerçekliğin yeniden yorumlanması olarak görülebilir. Ortaya çıkan objenin birden fazla yorumu olabileceği üzere kübizmin sembolizme yakın olduğu söylenebilir.
Birçok kaynağa göre empresyonizme tepki olarak ortaya çıktığı belirtilse deempresyonizmde kübizm gibi gerçek farklı yorumlanabilir. Sanatçı doğadaki unsurların kendi içinde oluşturduğu izlenimleri yansıtır. Kübizmden ayrıldığı nokta, izlenimlerini yansıtırken parçalara ayırma yöntemi kullanılmaz. Empresyonizm tek yönlüdür. Çoğunlukla doğadaki nesneleri tekrarlar. Kübizm ise çok yönlüdür. Doğadaki nesneleri parçalayarak nesnenin özüne ulaşmaya çalışır.
Ressam Paul Cézanne hem empresyonist hem de kübist örnekler vererek iki akım arasında köprü oluşturmuştur. Cézanne‘nin tam olarak kübizmi ortaya çıkardığı söylenemez. Kübizmi ortaya çıkarıp geliştiren Pablo Picasso ve Georges Braque‘a ilham verdiği söylenebilir. Zira 1907’de Paris’te Cézanne‘nin anısına düzenlenen sergiyi Picassove Braque‘nin gezdiği bilinir.
1903 sonu itibariyle Picasso, mavi döneminde yapmış olduğu resimlerdeki karamsar iç gözlemleriyle kapana kısıldığını hisseder. Eserlerinde gelişme kaydedebileceği daha olumlu bir bakış açısı geliştirme hevesindedir. Daha yumuşak renklere ve daha açık tonlara geçiş yapmak suretiyle renk aralığı ve resimlerin kilit rengi yavaş yavaş değişir. Toprak rengi pembe
resimlerin tamamen gelişip ortaya çıkması iki yıl kadar sürer. Mavi döneme kıyasla daha neşeli konuları ele alır. Picasso‘nun renkten çok çizgi ve desen kullanımına önem verdiği pembe dönem aynı zamanda kübizmin zemininin hazırlandığı dönemdir. İlk başlardaPicasso, 1905’te bitirdiği Saltimbanques Ailesi resminde olduğu gibi klasik Fransız figüratif resim geleneğine uygun denemeler yapar. Ama bu deneyim, daha ateşli ve radikal düşüncelerini tatmin etmek açısından başarısızlıkla sonuçlanır. Picasso resmi ilkel köklerine döndürme niyetindedir. Paris sanat dünyasının karmaşık ortamından kaçmak, yaşamsal gerçekliğin peşine düşmek onun için daha mühimdir. İki Erkek Kardeş resmi, bu arayışın vardığı en yüksek noktadır. Picasso‘nun 1906 yılında yaz mevsimini geçirdiği, Sierra del Cadi’deki küçük Katalan köyü Gósol’da yapılan bu tuval resim, Picasso‘nunkübizme zemin hazırladığı pembe döneminin sona erdiğine işaret eder.
resimlerin tamamen gelişip ortaya çıkması iki yıl kadar sürer. Mavi döneme kıyasla daha neşeli konuları ele alır. Picasso‘nun renkten çok çizgi ve desen kullanımına önem verdiği pembe dönem aynı zamanda kübizmin zemininin hazırlandığı dönemdir. İlk başlardaPicasso, 1905’te bitirdiği Saltimbanques Ailesi resminde olduğu gibi klasik Fransız figüratif resim geleneğine uygun denemeler yapar. Ama bu deneyim, daha ateşli ve radikal düşüncelerini tatmin etmek açısından başarısızlıkla sonuçlanır. Picasso resmi ilkel köklerine döndürme niyetindedir. Paris sanat dünyasının karmaşık ortamından kaçmak, yaşamsal gerçekliğin peşine düşmek onun için daha mühimdir. İki Erkek Kardeş resmi, bu arayışın vardığı en yüksek noktadır. Picasso‘nun 1906 yılında yaz mevsimini geçirdiği, Sierra del Cadi’deki küçük Katalan köyü Gósol’da yapılan bu tuval resim, Picasso‘nunkübizme zemin hazırladığı pembe döneminin sona erdiğine işaret eder.
Migren hastalığı kapsamında yaşanan şiddetli baş ağrıları, görme anormalliklerine neden olur. Bu hastalığın sadece dâhilerde rastlanan bir hastalık olduğuna dair bir inanç vardır. Yapılan araştırmalar sonucu Picasso‘nun resimlerinde yer alan düşey yarıklar ve kayık yüz parçaları figürlerinin sık görülmesi migren hastalığının kübizme yansıması olarak nitelendirilebilir.
Perspektiften ve idealize kurgudan uzak Avignonlu Kızlar resmi, avangard olarak nitelendirilir. Kübizm ve modern sanatın doğuşunu simgeler. Picasso‘nun pembe dönem resimlerinden Harem‘i hatırlatsa da Cézanne‘nin Yıkanan Kadınlar‘ınının etkileri belirgindir. Picasso‘nun mekân ve figür açısından bu resimden bir şeyler öğrendiği açıktır.Cézanne‘nin büyük boyutlu insan figürü kullanımı Avignonlu Kızlar‘da da gözlenir. Anatomik özelliklerde çarpıtma ve deforme etme belirgindir: Büyük el ve ayak, köşeli göğüsler, irili ufaklı gözler; uzatılmış, ifadesiz ve donuk yüzler, üçgen formlar ve farklı bir kültürün estetiği olan maskeler…
Picasso, 1906’nın sonlarına doğru çalışmalarına başladığı Avignonlu Kızlar için 809 taslak çizer. Picasso‘nun Musée d’Etnographie du Trocadéro‘yu ziyaret ederek Afrika heykelleriyle karşılaştığı 1907’nin yazına kadar resmi tamamlamaz.
Cézanne etkisi haricinde resmin pek çok çelişik referans noktası vardır. Picasso resim yoluyla en ilkel yaşamsal gücü bulup diriltmeye çalışmıştır. Bunun için bir sürü ilkel addedilen kaynağa bakar: Asur taş kabartmaları; erken dönem Atina mezar oymaları; Orta Yunanistan’da üretilmiş bronzların ve Yunan adalarına özgü küçük heykellerin yanı sıra Afrika kabilelerine ait heykeller, masklar ve fetiş figürler, vs…
Kübizmin resim dışında edebiyat, mimari resim, fotoğraf ve sinema alanlarında örneklerine rastlamak mümkündür. Rus yönetmen Andrei Tarkovsky, kübist sinemanın gerçeği ortaya koymaktan ziyade gerçekliğin algılanma şekillerine eğildiğine dair bir örnek verir:
Bir tepenin yamacındaki küçük bir noktayı görmekteyiz. Kamera yaklaştıkça aslında bu noktanın insana benzediğini fark ederiz. Kamera biraz daha yaklaşır; evet, bu uzanmış yatan, büyük olasılıkla uyuyan bir insandır. Kamera yaklaşmayı sürdürürken bu kişinin aslında uyumadığını, kanlar içinde yattığını görürüz, belki de ölüdür.
Bu örnek göz önünde bulundurulduğunda Akira Kurosawa‘nın Rashomon (1950) filmikübist sinemanın hiç şüphesiz ilk çarpıcı örneklerindendir. Resim eğitimi alıp bir süre ressamlık yapan Kurosawa‘nın etkilendiği ressamlar arasında Cézanne de bulunmaktadır. Filmlerindeki görsel ihtişamı, sürdüremediği resim kariyerine borçlu olduğu söylenebilir. Resim yeneteğini filmlerinin ön hazırlık aşamasında çizdiği eskizlerle kullanmıştır. Her filminin senaryo aşamasında storyboard’u mutlaka kendisi çizmiştir.
RASHOMON
YÖNETMEN: Akira Kurosawa
SENARYO: Akira Kurosawa, Shinobu Hashimoto
YAPIMCI: Minoru Jingo
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Kazuo Miyagawa
MÜZİK: Fumio Hayasaka
YAPIM YILI: 1950
ÜLKE: Japonya
OYUNCULAR: Toshirô Mifune, Machiko Kyô, Masayuki Mori, Takashi Shimura, Minoru Chiaki, Kichijirô Ueda, Noriko Honma, Daisuke Katô
12. yüzyıl Japonya. Azılı haydut Tajomaru, ormanda uyuklarken önünden bir at geçer. Atın üzerindeki güzel kadın vardır. Kadına genç bir adam eşlik etmektedir. Bu adam kadının kocasıdır. Tajomaru, adamı öldürmesine gerek kalmadan kadını elde etmeyi kafasına koyar.
Tajomaru, çifte yaklaşır. Etrafta toprağa gömülü kılıç ve ayna bulduğunu söyler. Uygun fiyata satabileceğini belirterek adamın aklını çelmeye çalışır. Fırsatını bulduğunda adamı iple ağaca bağlar. Kadına tecavüz eder.
Bir oduncu ormanda tesadüfen adamın cesedine rastlar. Tajomaru, tecavüze uğrayan kadın, maktul (Medyum aracılığıyla) ve ormancı mahkemeye ifade verir. Hepsi olayı farklı anlatır. Hangisi gerçektir?
Rashomon, Japon kısa hikâyeciliğinin babası olarak bilinen Ryunosuke Akutagava‘nınKorulukta isimli öyküsünden uyarlanır. Bu öykü ile filmin süresi 60 dakikayı aşamayıncaAkira Kurosawa, Akutagava‘nın Rashomon öyküsünü de ekler. Senarist Shinobu Hashimoto bu iki öyküden Erkek ve Dişi isimli bir senaryo yazar. Kurosawa bu senaryoda değişiklikler yapar ve filmin adını değiştirir.
Yapım şirketi Daiei‘nin yönetim kadrosu, Rashomon projesinden pek memnun olmaz. Konuyu karmaşık bulup isminin ilgi çekici olmadığını düşünür. Fakat Daiei bu projeyi sevinçle kabul etmiştir. Kurosawa çok az mekân kullanacağını söyleyip az masrafla bu filmin yapılabileceğinin sözünü vermiştir.
Çekimlerin başlanmasına ramak kala Daiei, Kurosawa‘ya üç yönetmen yardımcısı yollar. Senaryoyu karmaşık bulduklarını ve anlayamadıklarını belirtip Kurosawa‘dan senaryoyu açıklamasını isterler. Kurosawa “Aklınızı vererek bir kere daha okursanız, anlayabileceğinizi sanıyorum. Çünkü senaryo kaleme alınırken öncelikle anlaşılır olması düşünülmüştü” dese de yönetmen yardımcıları çok dikkatli okudukları halde bir şey anlamadıklarını söyler. Bunun üzerine Kurosawa konuyu basit bir şekilde açıklar:
İnsanoğlu kendisine karşı bile dürüst davranmakta zorlanmaktadır. Kendinden söz ederken, birtakım hayal ürünü yalanlar ekleyerek daha ilginç görünmeye çalışır. Bu senaryo, bu tür insanların bir portresini çizmektedir. Bunlar kendilerini olduklarından daha iyi göstermek için yalan söylemeden hayatlarını sürdüremeyenlerdir. Hatta ölüp bu dünyadan geçmiş olsalar bile, filmdeki karakterlerden biri gibi, bir aracıyla dünyada yaptıklarını anlatırken gene yalan söylemektedir. Egoizm, insanoğlunun bencilliği ve yalan söyleme yeteneği üzerinde yapılmış baş döndürücü ve derinlemesine bir denemedir. Bu senaryoyu anlamadığınızı söylüyorsunuz. Bu, insanoğlunun iç dünyasının anlaşılmazlığından olsa gerek. İnsan psikolojisini ayrıntılarıyla anlamaya çalışarak senaryoyu bir kez daha okursanız sorun çözülecek ve senaryoya açıklık gelecektir.
Filmde bütün karakterler başrol gibidir. Öyküde kadının annesinin ifadeleri de yer alır.Kurosawa kadının annesinin ifadelerini filme koymaya gerek duymaz. Karakterler olayı mahkemeye anlatır ama gözle görülür bir mahkeme yoktur. Karakterler olayı biz seyircilere anlatır. Hâkim seyircidir. Hepsi kendi yalanını gerçekçi bir şekilde anlatırken biz de insanlığımızı ve insanlığa olan inancımızı sorgulamak durumunda kalırız.
Film yağmurla başlar (Yağmurlar daha belirgin olsun diye mürekkep kullanılır). Filmin sonunda ise hava güneşlidir. Bu durum, hikâyedeki tezatlığa Kurosawa‘nın yaptığı bir göndermedir. Yıkıntı haline gelmiş kale kapısının altında rahip ve oduncu vardır. Japon Ortaçağı’nın yabanıl coğrafyası fondadır ama rahip ve oduncunun sığındığı enkaz filmin çekildiği yılların Japonya’sına pek yabancı değildir. Japonya’da 1950’lere kadar atom bombası yüzünden taş üstünde taş kalmamıştır. Filmdeki ilk repliğin “Anlamıyorum” olması insanlığa, filmdeki karakterlere ve Daiei‘nin yolladığı üç yönetmen yardımcısına göndermedir.
Oduncu ve rahip olanları konuşurken üçüncü bir kişi gelir. Bu üç kişi olayları masaya yatırır. Ancak Kurosawa olay örgüsünü değil, gerçekliğin göreceliliğini sorgular. Bu üç karakter üzerinden ipuçları gösterir. Soru sorar. Soruları cevapsız bırakır. Karakterlerin yalan söylemesini bencillik dışında hayvanlardaki gibi içgüdülere bağlar. Bu yüzden provalarda oyuncularına hayvan görüntüleri gösterir. Gösterdiği hayvanlar gibi davranmalarını ister. Örneğin; Tajomaru bazen maymun gibi zıplarken bazen de aslan gibidir. John Locke‘nin dediği gibi:
Tuhaf, biz insanlar bukalemun gibiyiz. Ahlaki değerlerimizin rengini çevremizdekilerinkine bakarak seçiyoruz.
Rashomon, birçok açıdan ilklerin filmidir. Görüntü olarak var olmasa da ilk defa bir filmde mahkeme yer almıştır. Ölen adamın medyum aracılığıyla konuşması o zamana kadar sinemada denenmiş bir hadise değildir. Kurosawa, kalıplaşmış “Ölüler yalan söylemez”görüşünü ele alır. Yaşayan insanların ifadeleri ne kadar doğruysa ölen adamın ifadesi de o kadar doğrudur. Evrensel açıdan geçerli olan doğruluk, haysiyet, namus gibi kavramları eleştirmekle kalmaz; bu kavramların kullanılışındaki ikiyüzlülükle ölü adamın ifade vermesi üzerinden alay eder. Filmin ilklerinden biri de kameranın güneşe çevrildiği ilk film olmasıdır. Karakterlerin anlattığı hikâyelerde gerçeği kısmen görmemiz gibi, güneş ağaçların arasından görünür.
Filmin sonunda üçüncü adam bebeğin elbisesini çalmaya çalışır. Bunu gören rahibin insanlığa dair umudu tükenir. Yalan söyleme konusunda diğerlerinden geri kalmayan, aynı zamanda hırsızlık yapmış olan oduncunun o bebeği kendi çocuklarına kardeş olarak almak istemesi sonucu rahibin umutları filizlenir. Yalancı ya da hırsız da olsa insanın özünde iyimserlik vardır.
Sinemada iyi senaryo yeterli değildir. Kurosawa, Rashomon‘da yazılı metinle gerçekleştirilemeyecek müthiş bir atmosfer yaratır. Sessiz filmlerin estetiğini adapte etmeye çalışır. Işığı çok iyi kullanır. Başrol gibi kullandığı ormana, görüntü yönetmeniKazuo Miyagawa‘nın önerisiyle devasa ayna kullanılıp güneş ışığı yansıtılır. Karakterlerin anlattıkları farklı hikâyelerle örtüşecek şekilde üst düzey farklı kadrajlar kullanılır. Oyuncular hareket halindeyken bile kadrajdan çıkmayacak şekilde konuşma sahneleri çekilir.
Düello sahneleri ise klişeden uzak ve gerçekçidir. Günümüzde yerli yersiz hareketli görüntü kullanımı göz önünde bulundurulduğunda Rashomon‘daki düello sahneleri, kamera hareket ettirilmeden nasıl hareketli sahne çekileceği konusunda ders niteliğindedir. Müziğin de bu atmosfere hizmet edecek şekilde etkileyici olduğu inkâr edilemez.
Ekibin çoğunluğu daha önce Kurosawa ile çalışan kişilerden oluşur. İlk defa çalışanlarsaKurosawa‘nın takip ettiği, birlikte çalışmak istediği kişilerdir. Kurosawa ekibi için “Bundan daha iyi olamazdı” der. Daiei‘nin yolladığı üç yönetmen yardımcısı da bu görüşe dâhildir. Senaryo konusunda anlaşamasalar bile çekim esnasında yapılması gereken işleri eksiksiz yaparak Kurosawa‘nın takdirini kazanırlar.
Rashomon‘un çekildiği yıllarda Japon sinemasının imkânları oldukça kısıtlıdır. Kısıtlı olmasaydı bu kadar yaratıcılık ortaya çıkmayabilirdi. Kısıtlı imkânlara rağmen dönemin filmlerinde ortalama 200 plan çekilirken Rashomon için 407 plan çekilir.
Rashomon‘dan hemen sonra Dostoyevski‘nin Budala romanını Hakuchi (1951) ismiyleŞoçiku stüdyoları için sinemaya uyarlar. Hakuchi, yapım şirketi için oldukça masraflı olur. Çekim aşaması stüdyo yetkilileri ve Kurosawa arasında tartışmalarla geçer. Sonuç:Kurosawa‘nın Şoçiku‘ya yapacağı yeni filmlerin anlaşmalar iptal edilir. Kurosawa, uzun bir dönem soğuk pirinç yemek zorunda kalacağını düşünerek evinin yolunu tutar. O kadar karamsar bir ruh halindedir ki evin kapısını bile zor açar. Eve girdiğinde eşi, Kurosawa‘yı kutlar. Rashomon, Venedik Film Festivali‘nde En İyi Film (Altın Aslan) ödülünü almıştır. Filmin Venedik Film Festivali‘ne katılmak üzere gönderildiğinden bile Kurosawa‘nın haberi yoktur. Kurosawa ödül haberini aldığında ilk aklına gelen, soğuk pirinç yemek zorunda kalmayacağıdır.
İtalyan filmlerinin Japonya temsilcisi Giuliana Stramigioli filmi izleyip beğenir. Filmi Venedik’e tavsiye eder. Böylece Rashamon, Japon Sineması’nın batıya açılmasına vesile olur. Oscar‘a katılır. Rashamon‘un getirdiği ilklerden biri de, En İyi Yabancı Film Oscar‘ı almasıdır. En İyi Yabancı Film kategorisi Rashamon sayesinde açılmıştır. Sinemayı Holywood ve Avrupa’nın tekelinden kurtarmasının yanında Kurosawa filmleri Martin Scorsese, Francis Ford Coppola, George Lucas gibi dünyada gişe rekoru kıran filmlerin yönetmenlerini de etkilemiştir.
Japon sinema eleştirmenleri hala bu ödüllerin sebebini Batılıların Doğu egzotikliğine olan meraklarına bağlıyorlar. O zaman da çok canımı sıkan bu yaklaşım şimdi bana korkunç görünüyor. Neden Japon insanları kendi değerlerinin bilincine varamıyorlar? Neden Batılı olan her davranışı göklere çıkarıp Japon olanları karalıyorlar? Utamaru, Hokusai, Şaraku’nun tahta tabletlerle yazdıkları da, Batılılar keşfetmeden önce Japonların gözünde hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu kavram yeteneksizliğinin nasıl açıklanması gerektiğini bilmiyorum. Sadece kendi halkımın bu davranışları beni ümitsizliğe sürüklüyor.
KAYNAKÇA
Modern Resim Nasıl Okunur – John Thompson (Hayalperest Yayınevi)
Picasso – Wilfried Wiegand (Yeni Alan Yayıncılık)
Desenler – Akira Kurosawa (Pera Müzesi Yayınları)
Kurbağa Yağı Satıcısı – Akira Kurosawa (Agora Kitaplığı)
Fragman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sanat,Resim,Heykel,Tiyatro,Sinema,Fotoğrafçılık,Dans