Translate

Sayfalar

8 Şubat 2012 Çarşamba

Tuğralar

Yüzünü günbatısındaki rüzgara dönmüş, elindeki tuğlarla “zafer benim” diyen, bir kumandan duygusu yaratan tuğralar, Osmanlı padişahlarının isimlerini, atalarını, unvanlarını ifade eden yazı sanatının en kıymetli örneklerinin uygulandığı sultan imzaları. Padişahların emirlerini, kararlarını ve güçlerini simgeliyorlar.
Tanrısal ve dünyevi tüm gücü üzerinde toplamış, yenilmez, soylu…. Üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun ve onun üzerinde yaşayan halkların sahibi, tanrının yeryüzündeki elçisi, “daima muzaffer” Osmanlı padişahlarının imzası TUĞRA…

Her görene bir şeyler çağrıştıran tuğra, kimileri için Türkler’in ta Orta Asya’dan taşıdıkları hükümdarlık sembolü kartalları, kimileri için elinde tuğlar taşıyan muzaffer bir kumandanı, kimilerine tahtına kurulmuş bir sultanı anımsatıyor. Tuğra hem bir göstergebilim, hem de bir tasarım harikası olarak, üzerinde bulunan her kalem darbesi, ait olduğu Sultanı ve onun temsil ettiklerini anlatmaktadır.


Prof. Dr. Nihat Boydaş’a göre, “tuğra, tek başına Osmanlı, kültür, sanat ve egemenliğini temsil eden” ve belki de üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun bütün özelliklerini, tek bir görselle anlatan en rafine simgedir.


Bu hükümdarlık sembolünün, Türkler’de ilk Orta Asya’da Oğuz Kağan tarafından kullanıldığı söylenmektedir. Daha sonra diğer Türk devletlerinde de kullanıldı ve Osmanlılara kadar geldi. Tuğra en estetik şeklini Osmanlı döneminde almıştır. Tuğra’ya Osmanlı’da ilk kez Orhan Bey zamanında rastlanmaktadır. Orhan Gazi’nin kullandığı yazılı turalardan ilki 1324 tarihli olup, Orhan bin Osman (Osman’ın oğlu Orhan) ifadesinden ibarettir. Tuğra, sikke üzerinde ilk kez Sultan I. Murat zamanında kullanıldı.


Osmanlı devletinin büyüyen sınırları, Padişahların artan hakimiyet alanları ve devletin büyüyen gücü tuğralara da yansıtılarak, Sultan I. Mehmet’ten (Çelebi Mehmet 1413/1421) itibaren “Han” sıfatı da eklenmeye başlandı. II. Murat (1421-1451) döneminde ise tuğrada “Muzaffer Daima” duası yer aldı.





Dönüm noktası
Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) Mısır’ı fethetmesi ve halifelik ünvanını Osmanlı’ya getirmesi, yeni bir başlangıç oldu. O zamana değin büyük bir imparatorluğun hükümdarı olan Padişahlar, o tarihten sonra aynı zamanda, tüm İslam aleminin liderliğini de almış ve hükümdarlıklarının gücünü yaratıcıya dayandırmış ve tanrının yeryüzündeki gölgesi sıfatını da almış oldular. Böylelikle tuğralar sadece bir beyin, sultanın değil, aynı zamanda tanrının yeryüzündeki gölgesi olan padişahların simgesi haline geldi.
Yavuz Sultan Selim, tuğrasında ilk defa “Şah” ünvanını kullandı. Onun tuğrasında “Selim Şah bin Bayezid han el-muzaffer daima” şeklini alırken, “Şah” ünvanı Kanuni Sultan Süleyman döneminde, baba ismine de eklendi. Kanuni’nin tuğrası ise “ Süleyman Şah Bin Selim Şah el- muzaffer daima” şeklini aldı.
İmparatorluğun hakimiyet alanının büyümesiyle, tuğralar da şekil olarak değişiklik ve gelişme göstermişlerdir. Tuğraların standart şeklini, Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) döneminde almış olsa da hattın ölümsüz sanatkarlarından Mustafa Rakım, Tuğra’ya son şeklini vermiştir. Ünlü hattatın III. Selim (1789-1807) IV. Mustafa (1807-1808) ve II. Mahmut (1808-1839) için yaptığı tuğralarda kendisinden sonra değişmeyecek olan biçim vücut bulmuştur. 17. yüzyıl sonları, II. Süleyman zamanında, özellikle III. Ahmet devrinde tuğraların sağ ve sol tarafları çiçek buketleriyle süslenmiş, daha sonraları sağ tarafa, “Gazi”, “Adli” gibi unvanlar eklenmiştir.





Her sultanın tuğrası kendine özgü bir takım özellikler taşısa da genel olarak bir tuğra dört ana kısımdan meydana gelir.
Birinci kısım, “sele”, “sere” veya “kürsi” olarak bilinen metin kısmıdır. Burada padişahın, babasının adları ile şah, han gibi unvanlar ve “el-muzaffer” kelimeleri yer almaktadır. İkinci kısım ise “beyze” olarak adlandırılır. Beyze, bin ile han kelimelerinin sonundaki “n” harflerinin karşılığı olan , Arap alfebesindeki “nun” harfinin kıvrılmasıyla elde edilen bölümdür. Bu iki kavis tuğranın sol tarafında yer alır. “daima” kelimesi bunun ortasındadır. Üçüncü bölümü, şeklin üzerinde yer alan “elif” ya da tuğ olarak adlandırılan ve dikey vurgularla kürsiye dokunan üç adet çizgidir. Değişik seviyelerden üç adet “S” şeklindeki vurgularada “zülfe” adı verilmektedir. Dördüncü kısımda yer alan figürlere ise “hançere” veya “kol” adı verilir ki, iç ve dış beyzenin devamı olarak, önce kavisli, sonra ufki bir yönde düzleşen, sağ aşağı ilerleyen iki adet vurgudur.



Tekrar, ahenk, değişiklik, birlik ilkeleri açısından tam bir mükemmeliyet gösteren tuğra, okunabilenin dışında yorumlandığında çok daha fazla bilgi içeren kodlarla şekillendirilmiştir. Tuğrayı şekillendiren her bir elemanın biçimlenişi, estetik kaygının yanı sıra, yazılmayanı da anlatabilmek çabasındadır. Bir güç sembolü, hakanlığın anlatımı olan tuğralarda yer alan kürsi, oturulacak, yüksek yer, taht, makam, vazife, başkent, kaide, hitabet yeri gibi karşılıklar bulmaktadır. Bu anlamın yüklenmiş olduğu ana gövdeye tuğlarla yapılan bağlantı, bir noktada gücün göğü işaret etmek suretiyle tanrısallaştırmakta olduğu söylenebilir.







Aynı zamanda tuğ, Orta Asya Türkleri’nden gelen ve hakanın elinde tuttuğu bayrağı sembolize ettiğine inanılır. Tuğlara bağlı zülfeler ise, Türk kültürü içerisinde vazgeçilmezlerden olan atların kuyrukları olarak yorumlanmaktadır. Prof. Dr. Nihat Boydaş’a göre “hükümdar, babası, “daima”ya bağlı el-muzaffer teriminden geçerek yukarı uzanan tuğlar muzaffer bir komutan olarak yorumlanabilir. Daima muzaffer gelen bu komutan, yetkisini gökten, ilimden (Elif) , adalet ve doğruluktan almaktadır.” Beyzelerin sahip olduğu dönüş, devir, muzafferiyetin devamlılığını ve sonsuzluğunu düşündürmektedir. Hançerenin aşağıda son bulması ise anlam açısından, sonsuz hakimiyet sahibi sultanın yaradana karşı teslimiyeti ve tevazuunu hatırlatmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sultan III. Ahmet (1703-1730) gibi, kendi tuğralarını sanatlı bir biçimde çeken padişahlar da vardı. Hat ve tezhip sanatı bakımından çok büyük değer taşıyan III. Ahmet’in kendi çektiği tuğralar albümü de Topkapı Sarayı’nda yer almaktadır. Bununla birlikte, fermanların, beratların, üzerine tuğra çekmek görevi, Nişancılara aitti. Tuğralar, Osmanlı sultanlarının sahip oldukları ve tanrısal güçle destekledikleri egemenlik erkinin en önemli simgeleri olarak, sanat tarihi içindeki yerini aldılar.
# Resim, Heykel # Hareket Sanatları # Tiyatro & Dramatik Sanatlar # Fotoğrafçılık - Fotoğrafçılık Eğitim Dersleri # Grafik ve Tasarım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sanat,Resim,Heykel,Tiyatro,Sinema,Fotoğrafçılık,Dans