Türk şiirinin efsanesi Orhan Veli aşklarını “Aşkın Resmi Geçidi”
şiirinde anlatmıştı. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Yalnız Seni
Arıyorum” kitabıyla evli bir kadın olan Nahit Hanım’a yazdığı aşk
mektupları ise 64 yıl sonra ortaya çıktı. Ancak, o sıralar Orhan Veli’ye
şiirler yazdıran bir başka kadın daha varmış: Bella Eskenazi ya da
şairin seslenişiyle; düşes!
Vatan Kitap’ın Genel Yayın Yönetmeni Buket Aşçı'nın hazırladığı yazı gizli aşkı gün yüzüne çıkardı.Yazının bir kısmı şöyle:
Biliyorsunuz,
geçenlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan bir kitap yayımlandı: “Yalnız Seni
Arıyorum/ Nahit Hanım’a Mektuplar” adında. Orhan Veli’nin kısacık
ömrünün son üç yılında (1947-1950) sevgilisi Nahit Hanım’a yazdığı bu
mektuplar ilk kez, tam 64 yıl sonra, günışığına çıkıyordu. Şu ana kadar
hep bir şehir efsanesi olarak konuşulan bu mektuplar gizliydi çünkü daha
sonra şair Arif
Damar’la evlenen Nahit Hanım, o yıllarda Yahya Kemal’in
öğrencisi olan Halil Veda Fıratlı ile evliydi. Yani gizli bir aşktı bu.
Daha doğrusu fısıltıyla konuşulan...
Mektupları okuduğumuzda görüyoruz ki, Orhan Veli Nahit Hanım’a
sırılsıklam âşıkmış. Ama bu aşk bir türlü Nahit Hanım’a yetmezmiş.
“Benim için her şey olduğunu mademki bugüne kadar anlatamadım, şimdiden
sonra ne yapıp da anlatabilirim. Hoş, ne istersen yaparım, ayrı mesele.
Canım Nahitçiğim, bu çocukça kaprislerden vazgeçsen, bana daha sitemsiz,
daha tatlı mektuplar yazsan olmaz mı?” diyor mesela.
Sevgilisinin
kaprisleri karşısında Orhan Veli’nin aşkını ispat çabası mektupların
çoğunun satırlarına sinmiş. Oysa evli olan Nahit Hanım’dı yani
kıskançlık duyması gerekenin Orhan Veli olması gerekmez mi? Peki o zaman
neden?
Aslında mektuplara sinen bu tedirginlik beni hiç şaşırtmadı. Çünkü
yılbaşından hemen önce gittiğim Barcelona’da tanıştığım, kendisini
“Barbaros’un torunuyum” diye tanımlayan armatör Barbaros Gören ve güzel
eşi Nurten abla sayesinde Bella Eskenazi‘nin adını duymuştum. Kendisi
Orhan Veli’nin şiirler yazdığı kadındı. Hem de en güzel ve en bilinen
şiirlerini...
Ancak tüm çabamıza rağmen röportajı gerçekleştiremedik.
Ancak
Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a olan mektuplarının yayınlanması üzerine
Bella Eskenazi’yi aradım ve sorularımı telefonda sordum.
Bella
Eskenazi İstanbullu Bendavid ailesinin (daha sonra Kent soyadını alan)
üç kızının en küçüğü. Ablası Dora ile evlenen İstanbul Üniversitesi’nin
öğretim kadrosunda yer alan eniştesi Erol Güney’in entelektüel
çevresinde tanışmış Orhan Veli’yle. Edebiyat tarihi ya da Orhan Veli’nin
hayatı hakkında az çok okuyanlar Erol Güney’i tanıyacaktır, kendisi
şairin yakın dostuydu. Orhan Veli, ölümüne neden olan beyin kanamasını
geçirdiğinde onun evindeydi. Yani onu hastaneye götüren de son anlarında
yanında olan da hep Erol Güney’di.
“Peki Erol Günel ve Orhan Veli’yi buluşturan bu çevrede kimler
varmış?” derseniz, hemen sayayım; “Sabahattin Eyyüboğlu, Necati Cumalı,
Cahit Sıtkı Tarancı, Abidin Dino” ilk akla gelenler... Sık sık bir araya
gelen bu ekip, bir masa etrafında oturur, rakı içip sohbet edermiş.
Yani şair Edip Cansever’in dediği gibi “masa da masaymış!”
KÖY ENSTİTÜLERİ
O yıllar Bella, henüz çok genç. Öğrenci. Aklı derslerinde, “geometri
sınavını verebilecek miyim?” diye düşünüp durmakta. Sonra bir gün
(eniştesi ve ablası Ankara’ya taşınmıştır) Mualla Eyüboğlu ile Ankara’ya
35 km uzaklıktaki Hasanoğlan Köyü’ne gider ve orada köy enstitülerinin
çabasını görür. “O gün köy enstitülerine aşık oldum” diyor; “aklım
fikrim artık bu işteydi. Burada çalışmak istiyordum. Bunun üzerine
Sabahattin Eyyüboğlu’ndan rica ettim. Beni oraya gönderir misiniz, orada
ne iş olursa olsun çalışmak istiyorum.”
Sabahattin Eyyüboğlu da onu İlköğretim Genel müdürü İsmail Hakkı
Tonguç’la tanıştırır. Ancak Bella’nın köy öğretmenliğinden çekinirler.
Gençtir, kadındır, ismi yabancıdır. Ya yarın öbür gün birileri çıkıp
“Ayşe-Fatma yok muydu gönderecek?” derse ne denir! Ama Bella kararlıdır.
Israr edip durur. Sonunda Hakkı Tonguç dayanamayıp konuyu İsmet
İnönü’ye açar. Daha doğrusu şöyle der: “Efendim köylere yabancı dil
bilen birilerini göndersek, öğrencilerin eğitimine yardımcı olsa ama
gönderecek kişi bulamıyoruz.” Bunun üzerine İsmet İnönü “Ne yani koskoca
Türkiye’de öğrencilere İngilizce dersi verecek biri yok mu?” der.
Hakkı Tonguç çekine çekine “Var ama adı Bella!” deyince İsmet
İnönü’nün yanıtı kısacık olur: “Ha Bella ha Ayşe ne fark eder!” Böylece
Bella Hasanoğlan Köyü’nde öğretmenliğe başlar ve hafta sonları da
eniştesinin evine gider. Orhan Veli de buraya gelip gider. Neler olur bu
görüşmelerde? Şöyle anlatıyor:
“Orhan
Veli’yle o yemeklerde arkadaş olduk. Çok şıktı. Kıyafeti azdı ama çok
hoş giyinirdi. Alkolik düzeyinde rakı içerdi ama tek taşkınlığını
görmedim. Hatta hayatımda gördüğüm en terbiyeli insandı. O kadar çok
içki içenini gördüm onun gibi ölçülü birine rastlamadım. Bir araya
geldiğimiz bu toplantılarda hep birlikte yemekler yenir, sohbet edilir,
çok güzel tartışmalar yaşanırdı. Entelektüel sohbetlerdi bunlar. Bir
süre sonra ben başka bir odaya geçerdim. Çünkü sınavlarım vardı, aklım
derslerimdeydi. Sessizce bir kenarda ders çalışırdım. Orhan Veli de
yanımda dururdu. Daha doğrusu ben nereye gitsem, o da yanıma gelirdi.
Ben sessiz biriydim ama o benden de sessizdi. Ben ders çalışırken
yanımda sessizce durur ya şiir yazar ya da resim yapardı. Çok güzel
resim yapardı. Mesela evimizde ‘Metamorfoz’ isimli bir tablo vardı, onun
aynısını yapmıştı. Bu arada diğer herkes öbür odada sohbet ederdi.”
“Sizin için şiirler yazmış doğru mu?” diye soruyorum; “Doğru” diyor
ve başlıyor anlatmaya: “Bir gün defterimi istedi ve başladı yazmaya,
sonra da ‘Al bakalım düşes’ dedi, bana ‘düşes’ derdi: ‘Size şiir
yazdım.’ Baktım, ‘Sereserpe’ şiiri!” Elbette çok etkilenmiş, şaşırmış
Bella.
DEFTERİMİ İSTEDİ VE BAŞLADI YAZMAYA
Bella’nın gençlik fotoğraflarından birine bakınca bu şiiri gerçekten
ona yazdığını hemen anlıyorsunuz. Bir başka gün, yine yan yana sessizce
oturuyorlar. Bella ders çalışıyor, ancak Orhan Veli bu kez sadece
susmakla kalmıyor hiçbir şey yapmıyor: “Oysa ya resim yapar, ya şiir
yazar ya da bir şeyler okur du. Ben de ‘İyi misiniz, gemileriniz mi
battı’ dedim. ‘Bir şeyim yok’ dedi, ‘Ama ne yazıyorsunuz ne de
çiziyorsunuz, bir şeyiniz var’ diye üsteleyince ‘Evet var, biliyorum ama
anlatamıyorum‘ demişti. Sonra da o ünlü ‘Anlatamıyorum’ şiirini yazıp
‘Buyrun bunu size hediye etmek isterim’ demişti.”
“Ne hissetmiştiniz”
diye soruyorum, çünkü Türk şiirinin en güzel şiirlerindendir
“Anlatamıyorum”: “Benim bir hissim yoktu, daha çok gençtim bir de ok
dalgın biriydim, aklım fikrim derslerimdeydi. Ayrıca biz sevgili
değildik. Herkes bana aramızda bir şey olup olmadığını soruyor. Olmadı.
Arkadaştık. Zaten onun sevgilisi vardı. Nahit Hanım. Orhan Veli onunla
birlikteydi. Nahit Hanım çok hoş bir hanımdı. Gerçi bizim
toplantılarımıza çok gelmezdi ama büyük ablam eşi Halil Veda Fıratlı’nın
sekreteriydi, oradan münasebetlerini bilirdim.”
Burada araya girip soruyorum; “Mektuplarda Orhan Veli, Nahit Hanım’a
sürekli onu ne kadar sevdiğini ispat etmeye çalışmış. Belli ki bir
tedirginliği varmış Nahit Hanım’ın ve siz nereye giderseniz, peşinizden
geliyormuş. Bu bir kıskançlık yaratmadı mı?”
“Dediğim gibi ben çok
dalgındım. Ama bir gün hep birlikte otururken Nahit Hanım yanımdaydı,
‘Orhan Veli benimdir, kimseye kaptırmam’ demişti.”
# Resim, Heykel
# Hareket Sanatları
# Tiyatro & Dramatik Sanatlar
# Fotoğrafçılık - Fotoğrafçılık Eğitim Dersleri
# Grafik ve Tasarım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sanat,Resim,Heykel,Tiyatro,Sinema,Fotoğrafçılık,Dans