Göktürkler Döneminde Tepme Keçecilik
Göktürkler; sanat yönünden zengin ve ileri düzeyde eserler vermiş olmalarına rağmen birçok soygun ve tahripler yüzünden zamanımıza çok az eser ulaşabilmiştir.
Tarihte ilk kez Türk adını kullanan Göktürkler'de; "Gök" adı o zamanki inanışlarına göre taptıkları "Gök Tanrı"dan gelir.
Nitekim Ögel'in belirttiği gibi "Göktürkler; mavi yani "gök rengi"ni bütün güzel duyguların, her türlü kutsallığın toplandığı renk olarak kabul etmişler, bu rengi çok sevmelerine rağmen ondan korkmuşlardır. Ancak bu korkuları saygı ile karışık olmuştur". Göktürklerin yukarıda sıralanan duygulara sahip olmaları; şüphesiz Gök Tanrı'ya inançlarından kaynaklanmıştır.
Diğer yandan Çin ve Bizans kaynaklarına göre; Göktürklerde mavi renk, semavi bir anlam taşıdığından dolayı Göktürklerin kubbeli otağları gök renginde keçelerle örtülmüştür.
Burada özellikle tepme keçe tekniği ile yapılan gök rengindeki örtüleri kutsallık sembolü olarak kullanılması; Göktürklerin keçe sanatına gösterdikleri önemi yansıtmaktadır.
Göktürklerde tepme keçe yaygılar(örtüler), kağanların tahta çıkış törenlerinde de kullanılmıştır. Kağanın kendisine tabi beyler tarafından bir keçe üzerinde havaya kaldırılması ve daha sonra güneşin döndüğü yönde, dokuz kez, otağın etrafında döndürülmesi geleneği vardı. Bu gelenek, Orhon Yazıtlarında şu şeklide ifade edilmiştir;
..............." Yukarıda Türklerin Kutsal Toprağı
ve Suyu şunu söylediler: Onlar dediler ki,
Türk halkı yok olmasın, bir halk olsun! Göğün
Yükseklerinden babam El Teriş Kağan'ın ve
annem El Bilgi Hatun'u tutarak onları havaya
kaldırdı.
Bu düşünce hükümdarların, tahta çıkışları sırasında keçe üzerinde havaya kaldırılmaları töreniyle ilgili olmalıdır.
Tüm bu bilgiler tepme keçeden yapılmış yaygınların, ev eşyası olarak kullanılmaları yanında bir hukuk ve devlet sembolü olduğunu da vurgulamaktadır.
Göktürkler döneminde keçenin kullanıldığı bir diğer alan kuklalar olmuştur. Bu döneme ait hükümdar ve diğer kişilerin mezarlarında ölen kişinin tasviri olarak, keçeden ve kumaştan yapılmış "tuli" adı verilen büyük kuklalara rastlanmıştır. Hunlar döneminde de "tös" ve "töz" adı ile kullanılmış olan bu kuklaların; Göktürkler dönemi kuklalarıyla benzerlik göstermesi, kültür birliğinin devamını yansıtır.
Göktürkler dönemine ait mezarlardan çıkan kuklalar dışında, Çin kaynaklarında; Göktürkler'in tanrıların keçe ve deriden tasvirlerini yaptıkları ve bunları direklerde (alem gibi) taşıdıkları belirtilmiştir. Bu şekilde ongunlara bugünkü İç Asya Türkleri "ruh" anlamında eski Türkçede "töz" kelimesine benzer şekilde "tös" demektedirler. Milattan önce son bin yıldan beri bayrak yerine kullanılan "tös" ler, Göktürk ve Uygurlar'da "Böri" (kurt) şeklinde devam etmiştir. Atalarının hatırası olan, tepesinde altından bir "bori" kurt başı bulunan bayrak, hükümdar otağının önüne dikilmiştir. "Böri" bayrağı, madeni bir kurt başı ile, ejder gövdesi şeklinde bir keçe veya deri torbanın direğe geçirilmesinden elde edilmiştir. Noynula'da bulunan ahşap kurt başına göre Göktürk devrindeki "böri" başı daha gerçekçi şekilde tasvir edilmiş, ejder gövdesi de gittikçe kumaştan bayrak haline gelmiştir.
Diğer yandan yine Çin kaynaklarında; Göktürklerin göçebe bir hayat sürdükleri, keçeden yapılmış olan çadırlarını arabalar üzerinde de kullandıkları belirtilmiştir. Bu bilgiler, göçebe Türk toplumunun devamı kabul edilen Göktürkler döneminde; tepme keçecilik sanatının yerini ve önemini koruması bakımından da değerlidir.
Göktürkler döneminden, günümüze ulaşan bazı kalıntılar üzerinde incelemeler yapılmış ve o döneme ait bazı bilgiler açıklık kazanmıştır. Nitekim Göktürkler'in yaşadığı Orhon Bölgesinde incelemeler yapan Borovka(1927)'nın keçelerde kullanılan bezemelerin bu döneme ait mezar taşları üzerine işlendiğini tespit etmesi Türk keçecilik sanatı açısından önemli bir değerlendirme olarak kabul edilir.
Yine Göktürklere ait resimler üzerinde incelemelerde bulunan Okladinokov ve Zaporojskaya (1959) Göktürklerin keçe çizme, çarık ve börk (bay giysisi) giydiklerini belirtmişlerdir. Bu bilgilerden Göktürklerin çadırlar dışında giyim ve kuşamda da keçeyi ağırlıklı bir şekilde kullandıkları, diğer bir ifadeyle yaşantılarının her alanında keçeye yer verdikleri anlaşılmaktadır.
Göktürk kitabelerinde, Baykal Gölü'nün batısında oturan ve göçebe bir kavim olan Kurıkan'lardan sık sık söz edilmiştir. Çin kaynaklarında da adı geçen Kurıkan'ların kızaklarının keçe örtülü olduğu anlatılmıştır. Yine bu kaynaklarda Güney Sibirya'da, aşağı Yenisey kıyılarında oturan Kırgız Reislerinin ve halkın keçe şapka giydiklerinden; keçeleri birleştirerek çok büyük çadır veya otağ kurduklarından söz edilmiş olması göçebe Türk toplulukları arasındaki birliğinin varlığını yansıtmaktadır.
---------------------------
Çin kaynaklarında Uygurların M.Ö. Dink - ling, M.S. 4. Yüzyıldan sonra ise T’ie-le adı verdikleri boylardan geldikleri belirtilmektedir. Bugünkü Moğolistan’da Selanga nehrinin doğu kıyısında, Göktürklere bağlı olarak yaşamış olan Uygurlar; 745′de Göktürklerin yerine Uygur Devleti’ni kurmuşlardır.
Türk boyları, Çince kao-ch’e denilen, dört tekerlekli kağnıları ile, sürülerini otlattıkları yaylalar ve surlar içindeki kışlıklar arasında göç etmişlerdir. Kubbeli veya kümbetli otağlar kışın surlar içine kurulmuştur. Surlar içine, ayrıca otağa benzer, ağaçtan köşklerde yapılmıştır. Yaz geldiğinde kerekü denilen ve katlanabilen otağ, kağnıya yüklenmiş halde veya kurulmuş durumda yaylalara göç edilmiştir. Bu göçlerde kağnı ile taşınabilen otağlar yanında; çok renkli keçeden, kilimden veya işlemeli kumaşlardan yapılmış örtüler; göçebe hayata uygun kaftanlar, çakşırlar, çizmeler, börkler, kemerler, süs eşyaları, at koşumları kağnılı boyların beraberinde bulunan önemli eşyaları arasında yer almıştır.
5. yüzyıldan itibaren, atlı göçebe yaşam tarzından, yerleşik düzene geçen Uygurlar; yeni bir kültür yapısının en güzel örneklerini oluşturmuşlardır. Uygurların bu gelişmesinde; Çin ve Hint uygarlıklarının etkileri olmakla birlikte Hun ve Göktürklerin kültürünü kendilerine özgü bir şekilde sentez yapmış ve yaşatmışlardır. Böylece Uygurlarda, bozkır ve atlı göçebe yaşamı, şehir kültürü içerisinde yeniden biçimlenmiştir.
Uygur kent kalıntılarında, Buddha ve Mani tapınaklarında görülen dinsel konulu freskler ve minyatürler Türk resim sanatının en erken örnekleridir. 7 ve 9. yüzyıllara tarihlendirilen, Hoço, Bezeklik, Sorçuk ve Turfan’da bulunan bu örneklerden ve Uygurca yazılmış metinlerden Uygurların tarihi ve kültürü hakkında bilgiler elde edilmiştir. Koyu mavi ve kırmızı renklerin ağırlıklı olarak kullanıldığı bu eserlerde rahip, vakıfçı prens, prenses ve soylular, atlılar ve savaşçılar seçilen konular arasındadır.
Grünwedel ve Le Cog tarafından Turfan’da yapılan kazılarda; Maniheist sanata ait freskler, ipek üzerine boyanmış resimler gibi bir çok örnek ortaya çıkarılmıştır. Bu resimlerin hemen hemen tamamında kişiler; beyaz veya kırmızı urbaları ve maniheist külahları ile tanınırlar. Türk kavimlerince yaygın bir şekilde kullanılan keçe şapka ve külahlara Uygurlar döneminde tepecikler ilave edildiği bu fresklerden anlaşılmaktadır.
Sorçuk’ta bulunan diğer bir freskte bayan vakıfçılara yer verilmiştir. Vakıfçılar, yine keçe yaygı üzerinde tasvir edilmişlerdir. Beyaz renkli bu keçe yaygının kenar suyunda ve zemininde, kırmızı renkle oluşturulan bezemeler kullanılmıştır.
Uygurlar döneminde özellikle vakıfçılara ilişkin örneklerde bezemeli yaygıların yer alması, bu dönemde tepme keçe tekniği ile elde edilen yaygı geleneğinin devam ettiğini belgelemesi bakımından önemlidir.
Uygulara ait olan ve Hoço’da bulunan bir minyatürde Mani Türklerinin keçe şapka giydiklerini ortaya koymaktadır.
Tepme keçe tekniği ile elde edilen, beyaz renkli bu keçe şapkaların formları vakıfçıların giydikleri şapkalardan farklı görüntü sergilemektedir. Her iki örnekte mani rahiplerinin kendilerine özgü biçimde beyaz keçe şapkalarla tasvir edilmesinden; bu dönemde keçe şapkaların kullanımına devam edildiği ve bireylerin sahip olduğu pozisyona göre keçe şapkaların formlarının da değişiklik gösterdiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Hoço’da bulunan bir başka örnek bu durumu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu örnekte, başında siyah renkte ve keçeden yapılmış olduğu tahmin edilen bir külah bulunan figüre yer verilmiştir. Gabain (1973), bu figürün giyindiği şapka türünün genç beyler tarafından kullanıldığı belirtmesi, Uygurlar döneminde giyilen şapkaların bireylerin kimliğini ortaya koymasında etkili olduğunu vurgulamaktadır.
Orta çağda, özellikle Moğol İmparatorluğu’nun yayılmasından sonra, Babür’ün Hatıratı’nda da bahsettiği gibi keçe üstünde kaldırma geleneği geç dönemlere kadar devam etmiştir.
Yine Harezm’de Acem Büyük Elçisi Rıza Kuli Han, Hive’de bir kağan seçimini anlatırken, “onları beyaz bir keçe üzerine oturttular ve onları kaldırdılar” cümlesine yer vermesi yukarıdaki bilgileri tamamlamaktadır.
Diğer yandan 1220 yılında Cengiz Han’ın daveti üzerine karargahına giden Çinli filozof Çang - Çun raporunda Cengiz Han’ın kardeşinin keçeden yapılmış karargahında söz edilmiştir.
1245 yılında Papa 4. İnnocentius tarafından elçi olarak Moğolların ülkesine gönderilen Johennes Plano de Calpini ve arkadaşı Stephanus Bohenus; elçilerin ve büyük hanın hanımlarının her birine ait beyaz keçeden yapılmış çadırlarının olduğunu anlatmıştır. Bütün bu elçilerin verdikleri bilgiler, Moğollarda keçe çadır geleneğinin devam ettiğini kanıtlamaktadır.
1253 yılında Fransa Kralı 9. Ludwing tarafından Moğolistan’a Mengü Han’a elçi olarak gönderilen Rahip Rubruk’un verdiği bilgiler bu dönemde keçenin çadırlar dışında farklı şekillerde kullanıldığını ortaya koyması bakımından önemlidir. Rubruk; İç Asya’da, Tatarlar arasında gördüğü bazı keçe çadırlarının üzerine yine renkli keçeden yapılmış kuş ve hayvan figürlerinin bulunduğundan söz etmiştir. Çadırın iç döşemesine ilişkin bilgi verirken;
“Çadırın beyinin devamlı oturduğu yerin üzerinde keçeden yapılmış olan bir bebeği veya küçük bir heykelciği anımsatan bir İdol’ün asılı durduğunu ve bu heykele beyin “erkek kardeşi” adının verildiğini ifade etmiştir. Evin hanımının başının üzerinde de yine çadıra asılmış ve diğerine benzer küçük heykelciğe ise “hanımın erkek kardeşi” gözü ile bakıldığını bildirmiştir. Aynı satırların devamında “beyin ve hanımın erkek kardeşleri” olarak nitelendirilen idollerin arasında bulunan İdolin ise yurdun koruyucusu olduğunu belirtmiştir.
Rubruk’un yukarıda verilen sözlerinde; Hunlar ve Göktürkler döneminde “töz” olarak kullanılan kurt, geyik, ejder vb. figürlerin daha geç dönemlerde yerine insan biçimindeki idollere bıraktığı, ve yine bu idollerde keçenin kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Cavidan Başar Ergenekon
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sanat,Resim,Heykel,Tiyatro,Sinema,Fotoğrafçılık,Dans